Türkiye ve Türk Dünyasını Bekleyen Sorunlar İtibarıyla
TÜRK0LOJİ-TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ VE TÜRKEŞ[i]
Dr. YaşarKALAFAT
GİRİŞ:
Türkiye aydını, bilhassa akademisyeni Türk dünyası ve daha ziyade de Türkiye bakımından millî beka ile ilgili konularda bugünün değerlendirirken,her vesileyle dününü gözden geçirmek durumundadır. Bu, bir noktada geçmişten geleceği görebilmek ve geleceği görebilerek günü değerlendirebilmek,anlamlandırabilmek yöntemidir. Biz bu yazımızda etnik milliyetçiliği konu alarak Alpaslan Türkeş ve Milliyetçi Hareketi ele almaya çalışıyoruz.
Bu münasebetle; Türklük bilimini, Türklüğü ve Türkeş ile birlikte Türkçü hareketi ele alıp, daha sonraki safhayı irdeleyip, geleceğe bakmak istiyoruz.
Geleceğin inşasında; tanımını yapacağımız Türklük anlayışı içerisinde mikro milliyetçiliğin gelişme veya geliştirilme seyrine yervereceğiz.
Türklük bilimine; alanı, kapsamı ve maksadı bakımından açıklık getirmeye çalışacağız.
Türklük bilimci-Türkçü ve Türk milliyetçisi anlayışımızın izahını daha ziyade siyasi oryantalizmi açıklayarak yapacağız.
Bunları yapmaya çalışırken görüş ve önerilerimizi,öncelikli olarak Alpaslan Türkeş’i; dönemini ve Türkolog-Türkçü ilişkisini merkeze alarak yapmayı amaçlıyoruz.
METİN
Türklük bilimi, Türkoloji, gelişme seyri bir yana temeli büyük ölçüde Batılı Şark bilimciler/oryantalistler tarafından atılmışbir disiplin dalı veya disiplinler birlikteliğidir. Türkologların ünlüleri ve ilkleri, büyük ölçüde ana dili Türkçe olmayan başka milletlerin Şark bilimcileri arasından yetişmişlerdir. Oryantalizm, ne zaman siyasi oryantalizme evirilmiştir, oryantalizm-misyonerlik ve oryantalizm-Batı entelajansı- emperyalizmi hangi tarihlerde örtüşmüş,örgütlenmişlerdir? Soruları, konumuzun dışında olmamakla beraber, bu noktalar,araştırmamızda, diğer konu başlıkları itibarıyla fazla öncelikli değildir. Doğu bilim, Doğu’yu ilim adına inceliyor, başlangıçta sosyal bilimler öncelikli, giderek Doğu’yu bütün ilmî disiplinler açısından ele alıyordu. Bu teşhis en azından başlangıç için doğru idi. Oryantalizmin araştırma konuları arasında sosyal bilimlerin kapsamına doğrudan girmeyen bilimdalları da muhtemeldir ki, oryantalizmin ilk tasarım dönemlerinde de proje dâhilinde idi.
Esasen bütün milletlerin milliyetlerini ilmî zeminde irdelemek için isimlerinin sonuna ekledikleri “-loji” eki ile oluşturdukları dil, tarih ve edebiyat alanları ile harmanlanan, sosyal bilimler öncelikli bir disiplinleri vardı. Bazı milletlerde bu alan emekleme döneminde, bazılarında ise, elemanları taraf değiştirerek ve konuları emperyalizm tarafından belirlenerek, farklı ülkeler tarafından içinden fethedilmiştir. Böylece başarılı milletler, kendilerine ait olanı tespit edebilmek, tespit yöntemlerini geliştirebilmek, tespitlerini yaşamlarına yansıtabilmek için bir ceht içindeydiler. Bu bir var olma, varlığını koruma ve yüceltme mücadelesi idi. Bu mücadele milletlerarası yarışa yol açabilirken, bu mücadele onların arasında ihtilafların oluşmasına da yol açabiliyordu. Bu gelişmenin her safhasında emperyalist emeller ve bu emelleri kurgulayan emperyalizm vardı. Kurgunun doruğunda ise bölgesel ve küresel güçler bulunuyordu.
Türkiye’de Türklük biliminin oluşmasında millî sınırların dışındaki dil bilimcilerin, edebiyat ve tarihçilerin büyük rolleri olmuştur. Bu dönem Türk kültürel kimliğini belirleme arayışları bakımından,Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında doruğa çıkmış. Giderek,Atatürkçülük, Kemalizm, Türk milliyetçiliği olarak hayat bulmuştur. Bu dönemde Türklük bilimciler ve Türk milliyetçileri aynı yapılanma içerisindedirler.Ümmet-millet anlayışı dönemi yerini büyük ölçüde laiklik çerçevesi kapsamında millî millet olmaya bırakmıştır. Bu dönemin doğum sancıları 27 Mayıs’la birlikte yeni bir dönemi başlatmış, emperyalizm-oryantalizm bağlantısı, her dönem var olan etkinliklerinin hasılasını daha bariz bir şekilde almaya başlamıştır.
Kısaca milliyetçilik hedefi ve içeriği itibarıyla,milletin menfaatlerini; ferdî, zümresel, bölgesel ve benzeri menfaatlerden önde tutmaktı.
Bu dönemle birlikte, Marksist- Leninist hareket içindeyer alan etnik milliyetçilik, geçirdiği aşamalardan ve MDDS, UDS, SDS gibi stratejilerden sonra Türk solundan ayrılmış ML Kürt solu olarak yoluna devam etmeye başlamıştır. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, Türk solu da birtakım yapılanmalar geçirip giderek silahlı hareket yönteminde karar kılmıştır. Bu dönemlerde Kürt etnik yapılanması, dinî kimlikli oluşumlar da denemiştir. Çok geçmeden Kürtçü hareketin tercih ettiği strateji şeklinin Batı’nın emperyalist hedeflerinden bağımsız olmadığı anlaşılmıştır. Kürtçü harekete dinamo görevi yapan Marksist hareket yerini tamamen Batı emperyalizmine bırakmıştır. Bu dönemin ana dili Türkçe ve Kürtçe olmayan Türkleri, kimliklerini, Türkçü veya solcu ve bazen de İslamcı dünya görüşlü yapılanmalar içinde yaşatmışlardır.
Bu dönem Türk milliyetçiliğinin; ırkçılığın,kavmiyetçiliğin, dinî inanç farklılığının üzerinde ve dışında, büyük ölçüde Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı çizgisinde bir devamlılık gösterdiğini görüyoruz.
Bu dönemde, bize göre, MHP ve onun yan kuruluşları ve kültürel kimlik konulu görüşlerini benimseyen yapılanmalar, etnik milliyetçiliğe kapalı,büyük ölçüde kapsamlı ve kuşatıcı bir yapılanma sergilemişlerdir.
Bu noktada, içerisinde bulunulan dönem itibarıyla,ümmet-millet süreçlerini izleyen günümüz için, etnik ayrışma ve mikro milliyetçilik açılarından ne söylenebilir?
21.asrın ilk çeyreğinde Türkiye Cumhuriyeti,Türkiye’de, birlikte yaşanılan tüm halkları, âdeta millî kimlik bakımından Türklüğe ayrı ayrı denk kabul etmiş, millî ortak isim olan Türk’ü, halklardan birisi olarak kabul etmiş ve bu kabulün göstergelerini uygulamaları ile sergilemeye tercih etmiştir. Bu gelişme, var olan etnik milliyetçi hareketi,kazandığı yeni desteklerle birlikte, farklı milliyetin millî mücadelesine dönüştürmeye başlamıştır. Metin içerisinde açıklık getirilmiş olmakla birlikte,soruna kısa bir cevap vermek gerekir ise, millî birliği sarsmama adına,birlikte yaşayan halkların halk kültürlerindeki ortaklıktan yola çıkılabilir,diyebiliriz. Türkiye’de olduğu gibi birlikte yaşayan halklar, Türk milletini oluşturan millî halklardır.
Bu dönemde hiç eksik olmayan etnik milliyetçilik ve mikro milliyetçilik giderek yoğunlaşmış Türk milliyetçileri ve Türklük bilimcilerinin hiçbir zaman gerektiği gibi izleyemedikleri bu gelişme, âdeta emperyalizmin ve onun Türkiye içerisindeki uzantılarının tamamen eline geçmiştir.
Dönem içerisinde, oryantalizm, “Şark’ı araştırma ilmi”olmaktan büyük ölçüde çıkmış, siyasi oryantalizm, emperyalizme yeni sömürü alanları açmak için yol haritası, uygulama yöntemi hazırlayan, kadro yetiştiren, stratejik veri sağlayan bir uğraş alanı olmuştur. Demokrasi adına yapılan açılımlar arasında yer alan araştırma merkezlerinin kaçının kuruluş amacına uygun varlık gösterdiği incelemeye muhtaçtır.
Anılan devirde, siyasi oryantalizmin müfredatında, sosyal bilimlerin belirli dallarındaki klasik kaynakları arayıp bulmak, deşifre etmek, ilgili dünyayı araştırma sonuçları ile tanış kılmak yoktu. Siyasi oryantalizm; yer altıkaynaklarını, sınır aşan suları, bölge halklarının büyütülmeye müsait sorunlarıile birlikte inceliyor, bu halkların yaşam biçimlerini, kültürlerinin kök hücreleri ile beraber tahrik ve istismar amaçlı irdeleyip sergiliyordu. Bu bilgiler, emperyalizmin askerî, diplomatik vb. gibi alanlarında veri oluşturuyordu. Siyasi oryantalizmin veri tabanına gerekli bilgileri, bu çevrelerin sağladığı istihbarat temin ediyordu
Siyasi oryantalizmin bu konumu, emperyalizmin bir projesi idi. Bu proje sadece görevli belirli eliti kapsamıyordu. Ülkelerin maruz kaldıkları tehditler ve ulaşmaları gerektiğine inandıkları hedefleri vardı. Küresel emperyalizmin tehdit anlayışı ve hedefi ise doğal olarak küreseldi, bütün dünya ülkelerini içeriyordu. Şüphesiz bunların arasında öncelikli olanlar vardı. Bu öncelikte, küresel emperyalizmin iştahını kabartan özellikleri olan ülkeler, küresel emperyalizmin sömürüsüne engel olabileceği için tehdit olma ihtimali olan ülkeler ve koruma kalkanı olmayan veya zayıf olan ülkeler vardı.
Siyasi oryantalizmin bu projesi, millî kimlikleri parçalayarak aşma durumundaydı. Millî kimlik oluşturma noktasında, millî devlet, ülkesinin iç bünyesinde bir yapılanma geliştirmişti. Bu, “bir insantipi yetiştirme projesi” idi. Ülke eğitiminin bir parçasıydı. Bu projeye göre ülkenin milliyeti tanımlanıyor ve bu tanımlama sadece bir ırkı veya kavmi kapsamıyor, ülkenin birlikte yaşanılan tüm halkını kapsıyordu. Ana dili veya doğma dini kadar ülke sevgisi, ülkeye bağlılığı, ülkeye yararlığı da milli kimliğe mensup olmada, milliyetçilik ölçüsünde esas olabiliyordu.
Bu yapılanmanın merkez kadrosunu, Bu anlayışı oluşturulan zihniyeti benimsemiş kimseler meydana getiriyordu. Milliyetin tanımında anlaşmaya varılınca, millî konuların kadrolarının teşkili de tabii seyrinde oluşuyordu. Mesela, Türklüğün kapsamına birlikte yaşanılan halklar dagirince, bu halklardan bilim insanları, Türklük biliminin kadrosunu oluşturmuş oluyordu. Türklüğün kapsamına birlikte yaşayan halklar ve onların kültürel kimlik sorunları alınınca, etnik kesimlerin isim sonuna “-loji” ekleyerek yapay yapılanmaların oluşturulmalarına gerek kalmıyordu. Böylece Türklük birlikte yaşanılan halkları kapsarken, birlikte yaşanılan halklar arasında etnik kültürel kimlik ihtilafı olmuyor ve emperyalizmin elinden “halklar arası ihtilaf çıkarma imkânı” alınmış oluyordu. Birlikte yaşayan halkların kültürel farklılıkları yok sayılmıyor, bunlar halklar arası kültürel ortaklıklar kadar“millî”lik vasfı taşıyordu. Ortak geçmişin ve ortak kaderin çapı etnikten milletlik düzeyine çıkarılmış oluyordu.
Ümmet merkezli kimlik yerini ulus devlet milliyetçiliği anlayışını esas alan döneme, o da geçirdiği evreler ve çalkantılardan sonra genel bir tanım ile “İslami tabanı geniş olan çok halklı bir yapılanmaya bırakmıştır.” denilebilir. Kemalist hareket kendi formatında şekillenmiş, Ülkücü kültürel kimlik anlayışı, giderek kendisini fikren yenileyememiş, farklı ana dilli Türk kültürlü halkların teorisyenleri ya asrın ilk çeyreğinde Türkiye’ye hâkim olan akımın içerisinde erimiş ya da çeşitli nedenlerle pasifleşmiş, pasifleştirilmiştir. Büyük ölçüde tabanı sürükleyecek aydın kadro ve onların yayın organlarının yokluğu hissedilir olmuştur. Bu dönem büyük ölçüde, birlikte yaşanılan halkların etnik kimlikleri etrafında yeni yapılanmalar oluşturdukları dönem olmuştur. “Vatandaş kendisini ne hissediyor ise odur.” denilmiş, etnik milliyetçiliğin önü açılmış ve fakat ortak kimlik adına etkinlik gösterebilecek kadrolar ve yapılanmalardan söz edilemez olmuştur.
Bu noktada, ilgili disiplinlerde yetişmiş eleman mevcut olmasına rağmen, uzak geleceği görememe ve buna uygun yapılanma geliştirememe, Türk kültür milliyetçiliği adına tavana vurmuştur. Bu görüş ve tedbir fukaralığı gelişen etnik milliyetçilikler karşısında, Türk milliyetçiliğinde yeri hiç olmayan mikro milliyetçiliğin kapılarını aralamıştır.Bu hâl, Türklüğün etnik kesimden her şeye rağmen Türk milliyetçiliğinde direnen ve sayılı sayıda kalabilen Türk milliyetçisini de kahreder olmuştur.
Türklüğü ve onun mücadelesini yaşam biçimine getirmiş kimselere karşı gösterilen bu algı kirlenmişliğinin evveliyatı yüzyıl evveline kadar uzanıyordu.
“Türklük hem mefkûrem hem dekanımdır
Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil
Türklük hadimine Türk değil diyen
Soyca Türk olsa, da piçtir Türk değil”
Ziya Gökalp’ın,günümüzdeki bir kısım sözde Türkçüleri de kapsayan bu belirleyici dörtlüğü,bize göre Türk milliyetçiliği perspektifi itibarıyla, ufuk verici ve çok anlamlıdır.
Türkeş, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı konuşmada, Ziya Gökalp’ın bu tarihî şiirine atıf yaparak, “Türk’ü sevmeyen Kürt, Kürt değildir. Kürt’ü sevmeyen Türk, Türk değildir.” sözü ile Türk-Kürt ilişkisinin nasıl olması gerektiğine dair görüşünü açıklamıştır[ii].
Özetle, siyasi Kürkçülükle, silahlı Kürkçülükle, kültürel Kürkçülüğün Kürtçü ameller bakımından ilişkisiz görebilmek şaşılacak bir durumdur. Siyasi ve silahlı Kürtçülüğün farkları kullandıkları araçların farklı oluşlarındadır. Kültürel Kürtçülük ise her iki Kürtçülük şekline temel oluşturur ve şuur verir. Siyasi Kürtçülükle mücadele siyasilerin, silahlı Kürtçülükle mücadele güvenlik güçlerinin alanına girerken, kültürel Kürtçülüğün muhatabı kültür bilimcilerdir.Kürtçülük, Türk yurdunda Türk insanından hareketle Türklükten ayrı ve Türklüğe karşı bir yurt ve millet oluşturma işlemidir. Bu yapılanma arayışının kültürel kimliklendirilmesi işlemi Kürdoloji/Kürtlük bilimi olarak bilinmektedir.
Ferdî haklara tanınan hürriyetlerin nihai hedefleri ile toplumsal isteklerin nihai hedeflerini faaliyet alanı kültür olunca sınırlamak veya sınırlı tutmak madden mümkün değildir. Benim ninni veya ağıtlarım sadece ve muhakkak benim şahsımla sınırlı bir alan için geçerli olamaz. Ben, benim ailem, benim aşiretim, benim köylerim benim dilimi konuşanlar, benim için bizimkilerin yaktığı ağıt bizi birlikte ağlatır, keza müzikle neşelenip coşan da sadece ve muhakkak “ben” değilim “biz”iz.
Birlikte yaşanılan halklara Türkiye’de demokrasi adına haklı olarak sağlanan hakların, bu halkların ülkelerinde birlikte yaşanılan halklara sağlanan haklar arasında bir paralellik arana bilmelidir. Bunun Türkiye’de birlikte yaşanılan halklara sağlanan demokratik imkânlar düşünülünce bir kısım yakın komşu ülkelerince ülkelerindeki Türkçe dilli halka sağlandığını söylemek kolay değildir.
Gelinen nokta itibarıyla, yapılan açıklamalar ışığında Türk milliyetçiliğini gerçekçi ve geçerli bir zemine oturmak mecburiyeti vardır. Bu itibarla âdeta yeni bir Ahmet Yesevi donunun oluşturulup milletin her seviyeden tüm fertlerinin bedenlerine uydurularak giydirilmesi gerekmektedir. Bu kaftanın terzisi bize göre Türklük bilimcilerdir. Bunun içindir ki Türkçü ile Türklük bilincinin olabildiğinis pette aynılaştırılması önem arz etmektedir.
Türklük bilimi bilim dalı ve Türkçülük ise siyasi ve ideolojik bir alandır. Bu iki kadronun ne zaman hangi nispette nereye kadar örtüştürülmesi gerektiğini, rahmetli Türkeş ile rahmetli Nevzat Kösoğlu ve Dursun Yıldırım gibi arkadaşlarının tartıştığına dair bilgileri hatırlıyoruz.Siyasi örgütsüz ve ilmî kadrosuz milliyetçiliğin olamayacağı konusu kadroların birleştirilmesi döneminde 1965-66’ larda tartışılmıştı.
Türklük bilimci kanaatimizce Türkoloji’yi sadece yalın bilim dalı olarak algılanmamalı. Zira Türkiye’de uzantısı halklar bulunan komşu ülkeler de öyle yapmamaktadırlar. Türklük bilimi, her türlü eğitim dalında ve her seviyede nispetince müfredata girebilmelidir. Ancak bu durumda Türklüğün ortak şuuru oluşur ve Türklük farklı dallarda değişik mesleklerde yaşam biçimi olabilir.
Bu şuurdur ki, etnik milliyetçilik, mikro milliyetçilikile millet severlik, ayırt edilmiş olunur. Bu durum halklar arası etnik ihtilafı, komşu ülkeler arası stratejik gerginliği giderebilir ve emperyalizminin halklar ve uluslararası strateji üretme alanını daraltılabilir,yok edilebilir.
Atatürk muhakkak ki milliyetçi, Türk milliyetçisi,Türk kültür milliyetçisi idi. Türkiye Cumhuriyeti’ni kültür milliyetçiliği üzerine inşa etmişti[iii]
Atatürk ve Türkeş’i Türk milliyetçiliği zemininde de ele alan İsmet Çetin kısa yazısında;
“ (…)yüz yılımızın ilk çeyreğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde bir yandan siyasi alanda, bir yandan askerî alanda millîdevlet olma yolunda mücadele verirken, başta Ziya Gökalp olmak üzere dönemin Türkçü fikir adamları da bunu düşünce olarak desteklediler.”[iv]
“( )Türk aydınları arasında bulunan bir grup vardı ki, bu sapmalara karşı çıktı ve Türk milliyetçiliği etrafında birleşilmesinin gerektiğine inandı. İşte dönemin aydınları arasında bulunan şahsiyetlerden birisi de Alparslan Türkeş’ti.”[v]
“( )Türk milletinin dinamiklerinden hareketle Türk milliyetçiliği ülküsünü sistemleştirme yolunda gayret sarf eden Türkeş, tıpkı fertlerin yaşama hakkının var olduğu gibi milletlerin de yaşama hakkı olduğunu vurgulayarak Türk milletinin de yaşama hakkına sahip olduğu düşüncesinden hareketle, milliyetçilik düşüncesini, şahıs şahıs, grup grup toplumun herkesiminden insanın” beynine nakşetti”[vi]
“( )Fertlerden başlayarak geniş bir yelpazede kabul gören Türk milliyetçiliği fikrinin devlet yönetiminde hâkim düşünce olması da yine Alparslan Türkeş sayesinde olmuştur. Kanaatimiz odur ki Türkeş,Türk insanının şahsiyetinin teşekkülünde, Türk milliyetçiliği fikrinin devlet yönetimine taşınmasında son yüzyılın en büyük şahsiyetidir.”[vii]
[i]Bu çalışma Başbuğ Alpaslan Türkeş’in doğumunun 100. yılı münasebetiylehazırlanmıştır.
[ii]R. Müftüoğlu, 9 Işık Üzerine bir İnceleme, Ankara, 2013.s. 20.
[iii]Abdurrahman Güzel-Şükrü Kaya Seferoğlu (Yaşar Kalafat), Atatürk ve Milli Birlik, Azerbaycan Kültür Derneği Yayınları,Ankara, 1988.
[viii]Mehmet Bayrak, Kürt Halk Türküleri,İnceleme Antoloji, Özge, Ankara, 1991.
[ix]Rohat,Kürdoloji Biliminin 200 Yıllık Geçmişi(1787-1987), Deng Yayınları.
[x]CemşitBender, Kürt Mitolojisi, BerfinYayınları, İlk Baskı, İstanbul, 1996.
[xi]Şükrü Kaya Seferoğlu, “Kültür Birliğine Yönelik Dış yayınlara Dair I-II”, Türk Dünyası Araştırmaları, Aralık 1991ve Ocak 1992, S. 75 ve 76, s. 31-46 ve 1-40.
[xii]Şükrü Kaya Seferoğlu, “Kültür Birliğine Yönelik Dış Yayınlara Dair I-II”, S. 75ve 76, s. 31-46 ve 1-40.
[xiii]YaşarKalafat, “Türk Kültür Coğrafyasını Sınırları Halk İnançları KültüründenHareketle Çizilebilir mi?”,13 Aralık2016 Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Konferans.
[xiv]Abdülhaluk Çay, 1960’lardan 2000’lereTürkçü Düşünce, İleri yayınları, İstanbul, 2016, s. 258.
[xv]Yaşar Kalafat, “Anadolu Dinî-İslami Etnolojisinde Halk İnançları KültürününYeri” , Öğrenci Seminer Konferansları , (7 Nisan 2017) Gazi Üniversitesi TürkKültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi.
[xvi]Bu dönemi ana hatları ile anlatan açıklamalar da yapılmıştır. Yaşar Kalafat,“Öteki Gülensoy”, Erciyes, Prof. Dr. Tuncer Gülensoy ÖzelSayısı, S. 331, Temmuz 2005 s. 53-65.
[xvii]Yaşar Kalafat, “Halkbiliminin 40. Yılında Türkiye Türkoloji’sine Stratejik BirBakış” VIII. Milletlerarası TürkolojiKongresi /30 Eylül-04 Ekim 2013, İstanbul) Bildiri Kitabı-III (YayınaHazırlayanlar: Mustafa Özkan &Enfel Doğan) İstanbul Üniversitesi EdebiyatFakültesi Yayınları, İstanbul, 2014, s. 617-625.
[xviii]R. Müftüoğlu, 9 Işık Üzerine bir İnceleme, s. 25.
[xix]R.Müftüoğlu, 9 Işık Üzerine bir İnceleme, s. 25.
[xx] Abdurrahman Güzel-Şükrü Kaya Seferoğlu (YaşarKalafat), Atatürk ve Milli Birlik.
[xxi]R.Müftüoğlu, age, agy.
[xxii]Yaşar Kalafat, “Halkbiliminin 40. Yılında Türkiye Türkoloji’sine Stratejik BirBakış”, s. 617-625.
[xxv]Rıza Müftüoğlu, 9 Işık Üzerine Bir İnceleme, s. 25.
[xxvi]Yaşar Kalafat, “Tarih Boyunca Türk-Kürt İlişkileri”, Uluslararası Türkler ve Kürtler Sempozyumu (8-9-10 Ocak 2014 Ankara) C. 2, Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2014,s. 189-197.
[xxvii]Rıza Müftüoğlu,9 Işık Üzerine Bir İnceleme, s. 25.
[xxviii]Rıza Müftüoğlu, 9 Işık Üzerine Bir İnceleme, s. 25.
[xxix] YusufSümbüllü-Yaşar Kalafat, “”Halkbilimi Çalışmalarının Türkoloji İçerisindekiKonumu (Metot ve Teori Sorunları-Çözüm Önerileri),Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Bilgi Şöleni, (12-14 Mayıs 2017),Atatürk Üniversitesi Türkoloji Araştırma Merkezi.
[xxx]Rıza Müftüoğlu,9 Işık Üzerine Bir İnceleme, s. 262, 264
[xxxi]Rıza Müftüoğlu, 9 Işık Üzerine Bir İnceleme, s. 39
[xxxiv] Yaşar Kalafat, “Türk Dış Politikası Kültür veSosyal İşler Komisyonu Çalıştayı Türk Dünyası Kültür Stratejileri” Türk Dünyasıve Parlamenterler Derneği tarafından 13 Mayıs 2017 tarihinde The Green ParkOteli’ Ankara’da yapılan “ Siyasi Kültürelve Ekonomik İlişkiler Boyutuyla Türk Dünyası ve Türk Dış Politikası ÇalıştayıKültür Komisyonu’nda verilen bildiri metni.
[xxxv]Rıza Müftüoğlu,9 Işık Üzerine Bir İnceleme, s. 44.
[xxxvi]Rıza Müftüoğlu, 9 Işık Üzerine Bir İnceleme, s. 44.
[xxxvii]Rıza Müftüoğlu. Derin SayfalarıylaMilliyetçi Hareket, İstanbul, 2007.